Yaylalarda Kök Salan Bir Kültür: Of'ta Yaylacılık
Bazen şehirden, bazen yazın kavurucu sıcağından, bazen de kalabalığın gürültüsünden kaçmak için insan kendini dağlara vurur. Fakat Of’ta yaylalara çıkmanın sebebi yalnızca serinlik aramak değildir. Yaylacılık, burada bir gelenektir; geçmişle bugünü birbirine bağlayan, doğayla iç içe bir yaşamın hatırasıdır.
Of, Karadeniz’in hırçın dalgalarıyla yeşilin binbir tonunu kucaklayan dağlar arasında kurulmuş köklü bir yerleşim. Her ne kadar zaman içinde idari sınırlar değişmiş olsa da, kültür kolay kolay sınır tanımaz. Hayrat ilçesi idari olarak Of’tan ayrılmış olabilir; ama Sarmaşık (Büyük Mesoraş), Göksel (Küçük Mesoraş), Yeniköy (Halnut) ve Cuvamank gibi eski yayla yerleşimleri, hâlâ kendini “Oflu” olarak tanımlar. Çünkü o topraklarda yaşanmış her anı, bu kimliğin bir parçasıdır.
Bu yayla köylerinin yükseklerdeki uzantıları da vardır: Büyük Harman, Kadınlar, Çunis yaylaları gibi… Buralar sadece hayvancılıkla uğraşılan otlaklar değildir. Aynı zamanda çocukluk anılarının saklandığı, ninelerin yün eğirdiği, dumanı tüten taş ocaklarında mısır ekmeğinin piştiği yerlerdir.
Yaylacılık bir zamanlar zorunluluktu. Hayvanlara ot bulmak, sıcaklardan kaçmak, doğanın ritmine uyum sağlamak gerekiyordu. Bugün ise bu gelenek bir değişimin eşiğinde. Artık pek çok insan yaylaya turizm için çıkıyor. Betonarme yapılardan kaçıp, ahşap yayla evlerinin ruhuna sığınmak istiyor. Temiz hava, doğal su kaynakları, sessizlik… Belki de her şeyden çok, özlenen bir geçmişin izleri.
Of’un yaylaları artık sadece üretimin değil, dinlenmenin, arınmanın, nefes almanın adresi oluyor. Ama bu değişimin, geleneksel yapıya zarar vermemesi, kültürel belleğin korunarak yaşatılması gerekiyor. Çünkü yaylalar yalnızca coğrafi yükseltiler değil, aynı zamanda bir halkın hafızasıdır.
Bu nedenle yaylacılığı sadece “çıkılan yer” olarak değil, “korunması gereken bir değer” olarak görmek gerekiyor. Of’un yaylaları, geçmişten bugüne uzanan bir yaşam biçiminin taşıyıcısı olmaya devam etmeli. Çayırlarında yankılanan horon sesleri, sislerin ardındaki taş evler, sabahları uyanan arı kovanları ve yıldızların altındaki sessizlik… Bunların hepsi Of’un kimliğinde yer ediyor.
Ve her yaz, dağ yollarına düşen ayaklar, aslında sadece yaylaya değil, kendi köklerine, kendi özüne doğru bir yolculuk yapıyor.